KOMŞU GALAKSİLER
Galaksimiz Samanyolu, 100 ila 400 milyar yıldız ve sayısız gezegenden oluşuyor. En yakın komşularımız, ilk kez 2003’te fark edilen 25,000 ışık yılı uzaklıktaki Büyük Köpek Cüce Gökadası (Canis Major Dwarf Galaxy) ile 1994’te keşfedilen 70,000 ışık yılı ötedeki SagDEG (Sagittarius Dwarf Elliptical Galaxy). Yakında olmalarına karşın onlarla tanışmamızın bu denli gecikmiş olması, görece küçük ve sönük yapılarıyla galaksimizin gölgesinde kalmalarından ileri geliyor. Bilim adamları her ikisinin de Samanyolu tarafından yutulacağını söylüyor. Hatta onun çekim gücüne kapılan Canis, Samanyolu’nun çevresinde bir gezegen gibi dönmeye çoktan başlamış. Öte yandan 2,5 milyon ışık yılı gibi algılanması güç bir uzaklıkta olmasına karşın en iyi bilinen komşumuz, yaklaşık 1 trilyon yıldız içeren ve hayranlıkla izlediğimiz Andromeda. M-31 diye de anılan ve gezegenimizden çıplak gözle gözlemlenebilen çok az sayıdaki galaksiden biri olan bu görkemli oluşum 4 milyar yıl içinde Samanyolu ile çarpıştığında, her iki galaksiden de çok daha büyük, tek bir eliptik galaksi meydana getirecek.
Sosyopolitik evrenimizin dinamikleri kozmik yasalarla ilginç bir paralellik gösterir. Gök cisimleri birbirlerine yaklaştıkça güçlü olan güçsüzü, büyük olan küçüğü ağır ağır yörüngesine çekip asimile eder. Güç odakları hep daha da güçlenme, büyükler hep daha da büyüme eğilimindedir. Sınırların her zamankinden daha değişken, geçirgen, kırılgan ve gerilimli hale geldiği günümüz dünyasında kırık bir aynaya yansıyan imgeleriyle başa çıkmaya çalışan kitleler, popüler mitlerle ve imkansızın fetişiyle avunur. Ancak günün sonunda gerçeklerle yüzleşmek ve sonsuz bir boşlukta yitip gitmek kaçınılmazdır. Peki bireylerin ve toplumların birbirlerini soğurmaya çalışmadan, çarpışmadan, yok olmadan etkileşmeleri, anti-hiyerarşik ve ortak bir söylem geliştirmeleri mümkün olamaz mı? “Komşu Galaksiler” işte bu soruyu irdeliyor. Sanatçıların her biri, büyük ve güçlüden yana olan kozmik yasalara asi birer galaksi gibi meydan okuyor. Hem kendi için ayrılmış mekânda kendi merkezinde kalarak, hem de diğer sanatçı/galaksilerin alanlarına dokunarak yapıcı etkileşimin mümkün olduğu alternatif bir kozmos inşa ediyor.
Sergi kapsamında Merve Şendil kendini keşfe çıktığı içsel yolculuğun donelerini bir araya getirerek, mekânın tarihiyle kendi kişisel tarihi ve çocukluk dönemi arasında öznel bir bağ yaratan bir yerleştirme kurguluyor. Parça ile bütün, tekil ile çoğul arasındaki ilişkiyi kullanarak algı ve bellek kavramlarını tartışmaya açıyor. Sümer Sayın’ın What If adlı yerleştirmesinde hayat kurtarma işlevi taşıyan can simidinin izleyicinin konumuna göre sürekli değişen ve güvenilir olmayan bütünlüğü, algılarımızın göreceliği, geleceğin belirsizliği ve yaşamın kırılganlığı gibi kavramların altını çizmenin yanı sıra gerçeklik ile yanılsama arasındaki sınırın muğlaklığını vurguluyor. Şafak Çatalbaş’ın belden yukarısı kadın, belden aşağısı dev bir tenya görünümlü sözde-mitolojik karakteri Abdestbozan ise durmaksızın konuşan bir mit üretme makinesi. Sanatçının deyimiyle ‘çevresinde olup bitenler, hafızasından kopup gelenler, işaretler, semboller, güncel haberler, tarihsel söylemler, çok uzaktakiler ve en yakındakiler, söylenenler ve söylenmeyenler’, bu varlığın temel malzemelerini oluşturuyor.
Sanatçıların ortak alanlarda bilinçli bir yaklaşımla karşı karşıya getirilen yapıtları ise, sanatçı/galaksilerin kendi bütünlüklerinden ödün vermeden diğerleriyle yapıcı etkileşim kurabildiği, birinin başladığı cümleyi diğerinin tamamlayabildiği, izleyiciyi de bu kozmik yapının etkin bir galaksisi olmaya zorlayan bir ‘rizom’ yaratıyor. Özellikle Şendil ve Sayın’ın işlerinde sıklıkla yer bulan ayna öğesi, bu rizomun her izleyici için farklı bir tür sonsuzluğa doğru genişlemesine olanak veriyor.
İpek Yeğinsü, 2017
NEIGHBORING GALAXIES
Our galaxy, the Milky Way, is composed of approx. 100-400 billion stars and countless planets. Our closest neighbors are the Canis Major Dwarf Galaxy discovered in 2003 some 25,000 light years away, and SagDEG (Sagittarius Dwarf Elliptical Galaxy) first noticed in 1994 at a distance of 70,000 light years. The delay in this introduction in spite of the close distance is due to their relatively small and dull appearance overshadowed by our galaxy, by which, according to scientists’ predictions, they will eventually be swallowed. Canis is already under the influence of its gravitational force, orbiting it like a planet. On the other hand, although 2,5 million light years away, a distance beyond our comprehension, our most renowned neighbor is the admirable Andromeda, the home of approx. 1 trillion stars. This majestic structure also known as M-31, one of the very few galaxies visible from the Earth with a naked eye, will eventually collide with the Milky Way in 4 billion years, generating a single elliptical galaxy much larger than both.
Cosmic laws and the dynamics of our sociopolitical universe manifest an interesting parallelism. As celestial bodies approach each other, the stronger or the bigger slowly pulls the weaker or the smaller towards its own orbit and assimilates it. The loci of power always tend to become stronger, and the big ones always tend to grow even more. In today’s world where borders have become more unstable, permeable, fragile and tense than ever, the masses struggling with their reflections on broken mirrors find consolation in popular myths and impossible fetishes. But at the end of the day, there is no escape from facing reality and being lost in an infinite vacuum. But can’t individuals and societies interact without absorption, collision or destruction, building a common, anti-hierarchical discourse? “Neighboring Galaxies” explores this question. Like a rebellious galaxy, each artist challenges those cosmic laws in favor of the big and the strong. Both remaining within their own core in their individual spaces and touching the other artists’ territories, they build an alternative cosmos where constructive interaction is feasible.
In the exhibition, Merve Şendil builds an installation featuring the products of her inner journey for self-discovery, establishing a dialogue between her own history and childhood and the history of the space. She brings the concepts of perception and memory into question using the relationship between the unit and the whole, the singular and the plural. In Sümer Sayın’s installation What If, on the other hand, the unreliable wholeness of the life buoy changing in relation to the viewer’s position underlines perception’s subjectivity, future’s unpredictability and life’s fragility, emphasizing the ambiguity of what distinguishes reality from illusion. On the other hand, Şafak Çatalbaş’s Tapeworm, a so-called mythological character with a woman’s bust and a giant tapeworm from the waist down is a constantly talking, myth producing machine. In the artist’s own words, the entity takes its raw materials from ‘what happens around, bits of memory, signs, symbols, breaking news, historical discourses, the farthest and the closest, everything said and left unsaid’.
The works deliberately installed to confront each other in the exhibition spaces in-between generate a ‘rhizome’ where the artist/galaxies are able to interact without compromising their integrity, where a sentence started by one is finished by another, pushing the viewer to become an active galaxy in this cosmic structure. The mirror, an element frequently used by Şendil and Sayın, allows this rhizome to expand into a different kind of infinity for each and every viewer.
İpek Yeğinsü, 2017
Galaksimiz Samanyolu, 100 ila 400 milyar yıldız ve sayısız gezegenden oluşuyor. En yakın komşularımız, ilk kez 2003’te fark edilen 25,000 ışık yılı uzaklıktaki Büyük Köpek Cüce Gökadası (Canis Major Dwarf Galaxy) ile 1994’te keşfedilen 70,000 ışık yılı ötedeki SagDEG (Sagittarius Dwarf Elliptical Galaxy). Yakında olmalarına karşın onlarla tanışmamızın bu denli gecikmiş olması, görece küçük ve sönük yapılarıyla galaksimizin gölgesinde kalmalarından ileri geliyor. Bilim adamları her ikisinin de Samanyolu tarafından yutulacağını söylüyor. Hatta onun çekim gücüne kapılan Canis, Samanyolu’nun çevresinde bir gezegen gibi dönmeye çoktan başlamış. Öte yandan 2,5 milyon ışık yılı gibi algılanması güç bir uzaklıkta olmasına karşın en iyi bilinen komşumuz, yaklaşık 1 trilyon yıldız içeren ve hayranlıkla izlediğimiz Andromeda. M-31 diye de anılan ve gezegenimizden çıplak gözle gözlemlenebilen çok az sayıdaki galaksiden biri olan bu görkemli oluşum 4 milyar yıl içinde Samanyolu ile çarpıştığında, her iki galaksiden de çok daha büyük, tek bir eliptik galaksi meydana getirecek.
Sosyopolitik evrenimizin dinamikleri kozmik yasalarla ilginç bir paralellik gösterir. Gök cisimleri birbirlerine yaklaştıkça güçlü olan güçsüzü, büyük olan küçüğü ağır ağır yörüngesine çekip asimile eder. Güç odakları hep daha da güçlenme, büyükler hep daha da büyüme eğilimindedir. Sınırların her zamankinden daha değişken, geçirgen, kırılgan ve gerilimli hale geldiği günümüz dünyasında kırık bir aynaya yansıyan imgeleriyle başa çıkmaya çalışan kitleler, popüler mitlerle ve imkansızın fetişiyle avunur. Ancak günün sonunda gerçeklerle yüzleşmek ve sonsuz bir boşlukta yitip gitmek kaçınılmazdır. Peki bireylerin ve toplumların birbirlerini soğurmaya çalışmadan, çarpışmadan, yok olmadan etkileşmeleri, anti-hiyerarşik ve ortak bir söylem geliştirmeleri mümkün olamaz mı? “Komşu Galaksiler” işte bu soruyu irdeliyor. Sanatçıların her biri, büyük ve güçlüden yana olan kozmik yasalara asi birer galaksi gibi meydan okuyor. Hem kendi için ayrılmış mekânda kendi merkezinde kalarak, hem de diğer sanatçı/galaksilerin alanlarına dokunarak yapıcı etkileşimin mümkün olduğu alternatif bir kozmos inşa ediyor.
Sergi kapsamında Merve Şendil kendini keşfe çıktığı içsel yolculuğun donelerini bir araya getirerek, mekânın tarihiyle kendi kişisel tarihi ve çocukluk dönemi arasında öznel bir bağ yaratan bir yerleştirme kurguluyor. Parça ile bütün, tekil ile çoğul arasındaki ilişkiyi kullanarak algı ve bellek kavramlarını tartışmaya açıyor. Sümer Sayın’ın What If adlı yerleştirmesinde hayat kurtarma işlevi taşıyan can simidinin izleyicinin konumuna göre sürekli değişen ve güvenilir olmayan bütünlüğü, algılarımızın göreceliği, geleceğin belirsizliği ve yaşamın kırılganlığı gibi kavramların altını çizmenin yanı sıra gerçeklik ile yanılsama arasındaki sınırın muğlaklığını vurguluyor. Şafak Çatalbaş’ın belden yukarısı kadın, belden aşağısı dev bir tenya görünümlü sözde-mitolojik karakteri Abdestbozan ise durmaksızın konuşan bir mit üretme makinesi. Sanatçının deyimiyle ‘çevresinde olup bitenler, hafızasından kopup gelenler, işaretler, semboller, güncel haberler, tarihsel söylemler, çok uzaktakiler ve en yakındakiler, söylenenler ve söylenmeyenler’, bu varlığın temel malzemelerini oluşturuyor.
Sanatçıların ortak alanlarda bilinçli bir yaklaşımla karşı karşıya getirilen yapıtları ise, sanatçı/galaksilerin kendi bütünlüklerinden ödün vermeden diğerleriyle yapıcı etkileşim kurabildiği, birinin başladığı cümleyi diğerinin tamamlayabildiği, izleyiciyi de bu kozmik yapının etkin bir galaksisi olmaya zorlayan bir ‘rizom’ yaratıyor. Özellikle Şendil ve Sayın’ın işlerinde sıklıkla yer bulan ayna öğesi, bu rizomun her izleyici için farklı bir tür sonsuzluğa doğru genişlemesine olanak veriyor.
İpek Yeğinsü, 2017
NEIGHBORING GALAXIES
Our galaxy, the Milky Way, is composed of approx. 100-400 billion stars and countless planets. Our closest neighbors are the Canis Major Dwarf Galaxy discovered in 2003 some 25,000 light years away, and SagDEG (Sagittarius Dwarf Elliptical Galaxy) first noticed in 1994 at a distance of 70,000 light years. The delay in this introduction in spite of the close distance is due to their relatively small and dull appearance overshadowed by our galaxy, by which, according to scientists’ predictions, they will eventually be swallowed. Canis is already under the influence of its gravitational force, orbiting it like a planet. On the other hand, although 2,5 million light years away, a distance beyond our comprehension, our most renowned neighbor is the admirable Andromeda, the home of approx. 1 trillion stars. This majestic structure also known as M-31, one of the very few galaxies visible from the Earth with a naked eye, will eventually collide with the Milky Way in 4 billion years, generating a single elliptical galaxy much larger than both.
Cosmic laws and the dynamics of our sociopolitical universe manifest an interesting parallelism. As celestial bodies approach each other, the stronger or the bigger slowly pulls the weaker or the smaller towards its own orbit and assimilates it. The loci of power always tend to become stronger, and the big ones always tend to grow even more. In today’s world where borders have become more unstable, permeable, fragile and tense than ever, the masses struggling with their reflections on broken mirrors find consolation in popular myths and impossible fetishes. But at the end of the day, there is no escape from facing reality and being lost in an infinite vacuum. But can’t individuals and societies interact without absorption, collision or destruction, building a common, anti-hierarchical discourse? “Neighboring Galaxies” explores this question. Like a rebellious galaxy, each artist challenges those cosmic laws in favor of the big and the strong. Both remaining within their own core in their individual spaces and touching the other artists’ territories, they build an alternative cosmos where constructive interaction is feasible.
In the exhibition, Merve Şendil builds an installation featuring the products of her inner journey for self-discovery, establishing a dialogue between her own history and childhood and the history of the space. She brings the concepts of perception and memory into question using the relationship between the unit and the whole, the singular and the plural. In Sümer Sayın’s installation What If, on the other hand, the unreliable wholeness of the life buoy changing in relation to the viewer’s position underlines perception’s subjectivity, future’s unpredictability and life’s fragility, emphasizing the ambiguity of what distinguishes reality from illusion. On the other hand, Şafak Çatalbaş’s Tapeworm, a so-called mythological character with a woman’s bust and a giant tapeworm from the waist down is a constantly talking, myth producing machine. In the artist’s own words, the entity takes its raw materials from ‘what happens around, bits of memory, signs, symbols, breaking news, historical discourses, the farthest and the closest, everything said and left unsaid’.
The works deliberately installed to confront each other in the exhibition spaces in-between generate a ‘rhizome’ where the artist/galaxies are able to interact without compromising their integrity, where a sentence started by one is finished by another, pushing the viewer to become an active galaxy in this cosmic structure. The mirror, an element frequently used by Şendil and Sayın, allows this rhizome to expand into a different kind of infinity for each and every viewer.
İpek Yeğinsü, 2017