Hasan Kıran’ın Şifalı Dizemleri
Dummmm…
Dummmm…
Gün batmaktadır. Yeri ve göğü kızıla boyayan güneş dağların ardında gözden yavaş yavaş
kaybolurken, ormanın gölgeleri de giderek keskinleşmektedir. Ovanın uzak köşelerinden, eve
dönüş yolundaki sürülerin çan sesleri işitilir. Gündüz ağaçları dans ettiren o tatlı esinti,
yerini avurtları sızlatan tekinsiz bir rüzgâra bırakır. Havayı toprağın akşam serinliğiyle dolu,
nemli kokusu kaplar…
Dummmm….
Dummmm…
Coşkuyla yanan ateşin çıtırtısı, karanlık çalıların arasından gelen tehditkar hışırtılara
karışmaktadır. Ay ışığının gümüşe boyadığı sık yaprakların arasından, bir an için ürkek bir
baykuşun kehribar rengi gözleri seçilir. Ve ateşin başında sessizce oturan bilge büyücü,
aniden hepimizin duymayı heyecanla beklediği o gizemli öykülerini anlatmaya başlar…
Hasan Kıran’ın sanatı, gücünü doğa ile kurduğu derin ilişkinin içtenliğinden alır. Sanatçı,
bazen eski uygarlıkların mitlerinden, bazen de günlük yaşamdan alıntıladığı imgeleri
birbirlerine bağlamak için kendine özgü motifler kullanır. Bu örüntü öylesine yoğun ve
çarpıcıdır ki, izleyicinin yapıt ile karşılaştığı andan itibaren onun akışına kapılmaktan, onun
sürükleyici devinimine teslim olmaktan başka çaresi kalmaz. Zihin, kimi kompozisyonun
merkezinde tüm heybetiyle duran, kimi de kıyıda köşede keşfedilmeyi bekleyen şifreleri
çözme, onlardan özgün bir anlatı kurma çabasına girişir. Bu sırada bilinç dışının kapıları da
ardına kadar açılır ve geçmişin tüm hayaletleri aniden içeriye dolar. Zaten Kıran’ın esas
amaçlarından biri de izleyiciye birey olarak parçası olduğu, ancak çağımızda bağ kurmakta
zorlandığı bütünün varlığını hatırlatmaktır. Sonsuz bir döngüye dayalı bu bütün hem
zamansız, hem de sınırsızdır. Kıran’a göre bu uçsuz bucaksızlığı yeniden duyumsamak,
kadim öğretilere dair hafızasını tarihsel süreç içinde yitiren birey için en temel şifa
kaynağıdır.
Şamanizm, Kıran’ın sanatında yöneldiği konuların başında gelir. Anadolu kültüründeki
etkileri günümüzde bile canlı olan şamanik ritüellerin amacı, doğanın güçlerini yücelterek
onları yardıma çağırmaktır. Ancak burada insan, kendini doğadan ayrı ya da üstün bir varlık
olarak konumlandırmaz. Bu üstünlük yanılsaması, önce tarıma dayalı yerleşik yaşamın
başlaması, ardından da tek tanrılı inanç sistemlerinin doğayı insanın hizmetine sunmasıyla
ortaya çıkar. Doğa, artık saygı gösterilmesi gereken bir işbirlikçi değil, dize getirilmesi
gereken bir düşmandır. Bu yeni denklemde diğer canlıların devamlılığı da gücünü tanrıdan
alan insana emanet edilmiştir. İnsanın üstünlük algısı, sanayi devrimiyle birlikte daha da
perçinlenir; doğal kaynaklar, artık neredeyse yalnızca “yeryüzünün yeni tanrısı” haline gelen
kapitalizmin sürdürülebilmesi için vardır. Hatta zamanla bireyin kendisi de bu kaynakların en
önemlilerinden birine dönüşür. Bu sırada doğadan giderek uzaklaşan insan, kendi doğasına da
ister istemez yabancılaşır. Tam bu noktada Kıran’ın yapıtları, unutulmuş öğretilerin işaret
ettiği şifa kaynaklarına erişimi mümkün kılan totemlere dönüşür.
Kıran’ın teknik yaklaşımı da inşa ettiği anlam katmanlarını destekler niteliktedir. Sanatçının
kendine mecra olarak ahşap baskıyı seçmesi, söyleme ağaç kavramını da dahil eder. İnsanın,
çok eski çağlardan beri ağacın doğal döngüdeki yerine dair bir tür sezgiye sahip olduğu
ortadadır. Örneğin yer ile gök arasındaki iletişimi sağlayan ağaç imgesi, Şamanizm’de hayati
bir öneme sahiptir. Üstelik ağaç, insana kıyasla çok daha uzun olan yaşamı süresince birçok
olguya tanıklık eder ve bunları kendi gövdesine halkalar halinde kaydeder. İnsanın yitik
özünü doğada ve doğanın imgelerinde arayan bir sanatçının, malzeme olarak o özün
yitirilişinin belki de en yakın tanığı olan ağaca yönelmesi kaçınılmazdır. Böylece ahşabın
dokusunda sakladığı nice öyküyle birlikte doğanın kendisi de yapıta dahil olur ve onun anlam
katmanlarını daha da zenginleştirir. Öte yandan baskıresim, Kıran’ın arayışlarına bir başka
şekilde daha hizmet eder. Tek bir ana kalıptan türeyen resimler, ana kalıptaki imgenin ayna
görüntüsü olarak ortaya çıkar. Ayna imgesi, farklı kültürlerde yaşam-ölüm, iyi-kötü, gerçek-
yanılsama gibi ikiliklerle özdeşleştirilir. Bazı inanışlara göre kozmos, yaradanın yansımasıdır.
İlk anda teknik bir ayrıntı gibi algılanabilen bu durum, Kıran’ın söylemine Narcissus’un
öyküsünden Platon’un mağara alegorisine; Dorian Gray’in Portresi’den Lacan’ın ayna
evresine uzanan uçsuz bucaksız bir referanslar denizini dahil eder. Başka bir deyişle kendini
baskıresmin teknik olanaklarını araştırmaya adayan Kıran, ondan izleyiciyi içine almak
istediği geniş algı evreninin kapısını aralamak için de yararlanır.
Kıran’ın sanatındaki bir diğer belirleyici öğe ritim ya da dizemdir. Meditasyon gonklarından
kilise çanlarına, şaman davullarından Afrika tamtamlarına kadar hemen her yerde karşımıza
çıkan; farklı çağ ve kültürlere ait ritüellerde anahtar bir rol oynayan dizem, sanatçının
yapıtlarında kendini yinelenen motifler ve dalgalanan formlar üzerinden gösterir. Davulun
tehlikeyi haber vermek ve kötü ruhları uzaklaştırmak gibi işlevleri de vardır; başka bir deyişle
Şaman davullarının ağaçtan yapılması tesadüf değildir. Ağaç, yaradılış mitlerinin temel
öğesidir ve bu inanışa göre insan, ağaçtan türemiştir. Zaten kendi fizyolojisi de ağacınkilere
benzer ritmik döngüler üzerinden işler. Kalp, belli bir düzende atar. Nefes, belli bir sıklıkla
alınıp verilir. İkisi birlikte yaşamın devamını sağlar ve birbiriyle ilintili döngüler oluşturur.
Dış kaynaklı bir dizemin transa geçmeyi kolaylaştırması, belki de bundan kaynaklanır. Daha
da ilginç olan, belli ses frekanslarının sağaltım amaçlı kullanımının modern tıpta giderek
yaygınlaşmasıdır. Kıran, dizem ve şifalanma arasındaki bu ilişkiyi fark eder ve görsel algı
düzlemine taşır. Böylece aynı zamanda baskıresim pratiklerinde pek sık karşılaşmadığımız
sinestetik bir tür deneyimin önünü açar.
Kıran’ın bir diğer ayırt edici özelliği, yapıtlarının doğu ve batı sanat tarihine aynı anda
eklemlenebilmesidir. Sanatçı, geleneksel Japon ahşap baskı sanatını batıya özgü enstalasyon
yaklaşımı içinde sunar. İzlenimcilerden de etkilenir, Mehmed Siyah Kalem’den de.
Yapıtlarındaki iki boyutluluk bazen mağara resimlerini ve hiyeroglifleri, bazen de
minyatürleri çağrıştırır. Dalgalı motiflerin egemen olduğu kompozisyonları, akla Van
Gogh’un Yıldızlı Gece’sini de getirir, Hokusai’yi de. Yirminci yüzyıl arazi sanatına selam
verirken Çatalhöyük’ü de ziyaret eder. Hasan Kıran, sanatında insanlığın ortak bilincinin dile
geldiği özgün ve özgür bir evren yaratır. Bu evren, kendini ona açanlar için gerçekten de eşsiz
bir şifa kaynağıdır.
Dummmm…
Dummmm…
Gün ağarmaktadır. Yeri ve göğü kızıla boyayan güneş dağların ardında yavaş yavaş
belirirken, yaprakların arasından sızan altın rengi ışık hüzmeleri ormanın derinliklerinde
dans etmektedir. Şafağın sessizliği, horozların ovanın uzak köşelerinden gelen telaşlı
çığlıklarıyla yırtılır. Geceleyin toprağa düşen çiy, sabahın ilk ışıklarıyla birlikte yükselen tatlı
esintiye karışır. Havayı, narin kır çiçeklerinin baş döndürücü kokuları kaplar…
Dummmm…
Dummmm…
Bilge büyücü, gözlerini açar ve uçsuz bucaksız dağlara bakarak usulca doğrulur. Neşe içinde
öten kuşların cıvıltısı, rüzgârda dalgalanan çalıların coşkulu hışırtılarına karışır. Günün
gümüşe boyadığı ırmağa, bir an için ürkek bir tavşanın kömür rengi gözleri yansır. Herkes
uyurken büyücü, öykülerini nihayet anlatabilmiş olmanın verdiği huzurla, ormanın kıyısında
yavaş yavaş gözden kaybolur…
İpek Yeğinsü, 2021
Dummmm…
Dummmm…
Gün batmaktadır. Yeri ve göğü kızıla boyayan güneş dağların ardında gözden yavaş yavaş
kaybolurken, ormanın gölgeleri de giderek keskinleşmektedir. Ovanın uzak köşelerinden, eve
dönüş yolundaki sürülerin çan sesleri işitilir. Gündüz ağaçları dans ettiren o tatlı esinti,
yerini avurtları sızlatan tekinsiz bir rüzgâra bırakır. Havayı toprağın akşam serinliğiyle dolu,
nemli kokusu kaplar…
Dummmm….
Dummmm…
Coşkuyla yanan ateşin çıtırtısı, karanlık çalıların arasından gelen tehditkar hışırtılara
karışmaktadır. Ay ışığının gümüşe boyadığı sık yaprakların arasından, bir an için ürkek bir
baykuşun kehribar rengi gözleri seçilir. Ve ateşin başında sessizce oturan bilge büyücü,
aniden hepimizin duymayı heyecanla beklediği o gizemli öykülerini anlatmaya başlar…
Hasan Kıran’ın sanatı, gücünü doğa ile kurduğu derin ilişkinin içtenliğinden alır. Sanatçı,
bazen eski uygarlıkların mitlerinden, bazen de günlük yaşamdan alıntıladığı imgeleri
birbirlerine bağlamak için kendine özgü motifler kullanır. Bu örüntü öylesine yoğun ve
çarpıcıdır ki, izleyicinin yapıt ile karşılaştığı andan itibaren onun akışına kapılmaktan, onun
sürükleyici devinimine teslim olmaktan başka çaresi kalmaz. Zihin, kimi kompozisyonun
merkezinde tüm heybetiyle duran, kimi de kıyıda köşede keşfedilmeyi bekleyen şifreleri
çözme, onlardan özgün bir anlatı kurma çabasına girişir. Bu sırada bilinç dışının kapıları da
ardına kadar açılır ve geçmişin tüm hayaletleri aniden içeriye dolar. Zaten Kıran’ın esas
amaçlarından biri de izleyiciye birey olarak parçası olduğu, ancak çağımızda bağ kurmakta
zorlandığı bütünün varlığını hatırlatmaktır. Sonsuz bir döngüye dayalı bu bütün hem
zamansız, hem de sınırsızdır. Kıran’a göre bu uçsuz bucaksızlığı yeniden duyumsamak,
kadim öğretilere dair hafızasını tarihsel süreç içinde yitiren birey için en temel şifa
kaynağıdır.
Şamanizm, Kıran’ın sanatında yöneldiği konuların başında gelir. Anadolu kültüründeki
etkileri günümüzde bile canlı olan şamanik ritüellerin amacı, doğanın güçlerini yücelterek
onları yardıma çağırmaktır. Ancak burada insan, kendini doğadan ayrı ya da üstün bir varlık
olarak konumlandırmaz. Bu üstünlük yanılsaması, önce tarıma dayalı yerleşik yaşamın
başlaması, ardından da tek tanrılı inanç sistemlerinin doğayı insanın hizmetine sunmasıyla
ortaya çıkar. Doğa, artık saygı gösterilmesi gereken bir işbirlikçi değil, dize getirilmesi
gereken bir düşmandır. Bu yeni denklemde diğer canlıların devamlılığı da gücünü tanrıdan
alan insana emanet edilmiştir. İnsanın üstünlük algısı, sanayi devrimiyle birlikte daha da
perçinlenir; doğal kaynaklar, artık neredeyse yalnızca “yeryüzünün yeni tanrısı” haline gelen
kapitalizmin sürdürülebilmesi için vardır. Hatta zamanla bireyin kendisi de bu kaynakların en
önemlilerinden birine dönüşür. Bu sırada doğadan giderek uzaklaşan insan, kendi doğasına da
ister istemez yabancılaşır. Tam bu noktada Kıran’ın yapıtları, unutulmuş öğretilerin işaret
ettiği şifa kaynaklarına erişimi mümkün kılan totemlere dönüşür.
Kıran’ın teknik yaklaşımı da inşa ettiği anlam katmanlarını destekler niteliktedir. Sanatçının
kendine mecra olarak ahşap baskıyı seçmesi, söyleme ağaç kavramını da dahil eder. İnsanın,
çok eski çağlardan beri ağacın doğal döngüdeki yerine dair bir tür sezgiye sahip olduğu
ortadadır. Örneğin yer ile gök arasındaki iletişimi sağlayan ağaç imgesi, Şamanizm’de hayati
bir öneme sahiptir. Üstelik ağaç, insana kıyasla çok daha uzun olan yaşamı süresince birçok
olguya tanıklık eder ve bunları kendi gövdesine halkalar halinde kaydeder. İnsanın yitik
özünü doğada ve doğanın imgelerinde arayan bir sanatçının, malzeme olarak o özün
yitirilişinin belki de en yakın tanığı olan ağaca yönelmesi kaçınılmazdır. Böylece ahşabın
dokusunda sakladığı nice öyküyle birlikte doğanın kendisi de yapıta dahil olur ve onun anlam
katmanlarını daha da zenginleştirir. Öte yandan baskıresim, Kıran’ın arayışlarına bir başka
şekilde daha hizmet eder. Tek bir ana kalıptan türeyen resimler, ana kalıptaki imgenin ayna
görüntüsü olarak ortaya çıkar. Ayna imgesi, farklı kültürlerde yaşam-ölüm, iyi-kötü, gerçek-
yanılsama gibi ikiliklerle özdeşleştirilir. Bazı inanışlara göre kozmos, yaradanın yansımasıdır.
İlk anda teknik bir ayrıntı gibi algılanabilen bu durum, Kıran’ın söylemine Narcissus’un
öyküsünden Platon’un mağara alegorisine; Dorian Gray’in Portresi’den Lacan’ın ayna
evresine uzanan uçsuz bucaksız bir referanslar denizini dahil eder. Başka bir deyişle kendini
baskıresmin teknik olanaklarını araştırmaya adayan Kıran, ondan izleyiciyi içine almak
istediği geniş algı evreninin kapısını aralamak için de yararlanır.
Kıran’ın sanatındaki bir diğer belirleyici öğe ritim ya da dizemdir. Meditasyon gonklarından
kilise çanlarına, şaman davullarından Afrika tamtamlarına kadar hemen her yerde karşımıza
çıkan; farklı çağ ve kültürlere ait ritüellerde anahtar bir rol oynayan dizem, sanatçının
yapıtlarında kendini yinelenen motifler ve dalgalanan formlar üzerinden gösterir. Davulun
tehlikeyi haber vermek ve kötü ruhları uzaklaştırmak gibi işlevleri de vardır; başka bir deyişle
Şaman davullarının ağaçtan yapılması tesadüf değildir. Ağaç, yaradılış mitlerinin temel
öğesidir ve bu inanışa göre insan, ağaçtan türemiştir. Zaten kendi fizyolojisi de ağacınkilere
benzer ritmik döngüler üzerinden işler. Kalp, belli bir düzende atar. Nefes, belli bir sıklıkla
alınıp verilir. İkisi birlikte yaşamın devamını sağlar ve birbiriyle ilintili döngüler oluşturur.
Dış kaynaklı bir dizemin transa geçmeyi kolaylaştırması, belki de bundan kaynaklanır. Daha
da ilginç olan, belli ses frekanslarının sağaltım amaçlı kullanımının modern tıpta giderek
yaygınlaşmasıdır. Kıran, dizem ve şifalanma arasındaki bu ilişkiyi fark eder ve görsel algı
düzlemine taşır. Böylece aynı zamanda baskıresim pratiklerinde pek sık karşılaşmadığımız
sinestetik bir tür deneyimin önünü açar.
Kıran’ın bir diğer ayırt edici özelliği, yapıtlarının doğu ve batı sanat tarihine aynı anda
eklemlenebilmesidir. Sanatçı, geleneksel Japon ahşap baskı sanatını batıya özgü enstalasyon
yaklaşımı içinde sunar. İzlenimcilerden de etkilenir, Mehmed Siyah Kalem’den de.
Yapıtlarındaki iki boyutluluk bazen mağara resimlerini ve hiyeroglifleri, bazen de
minyatürleri çağrıştırır. Dalgalı motiflerin egemen olduğu kompozisyonları, akla Van
Gogh’un Yıldızlı Gece’sini de getirir, Hokusai’yi de. Yirminci yüzyıl arazi sanatına selam
verirken Çatalhöyük’ü de ziyaret eder. Hasan Kıran, sanatında insanlığın ortak bilincinin dile
geldiği özgün ve özgür bir evren yaratır. Bu evren, kendini ona açanlar için gerçekten de eşsiz
bir şifa kaynağıdır.
Dummmm…
Dummmm…
Gün ağarmaktadır. Yeri ve göğü kızıla boyayan güneş dağların ardında yavaş yavaş
belirirken, yaprakların arasından sızan altın rengi ışık hüzmeleri ormanın derinliklerinde
dans etmektedir. Şafağın sessizliği, horozların ovanın uzak köşelerinden gelen telaşlı
çığlıklarıyla yırtılır. Geceleyin toprağa düşen çiy, sabahın ilk ışıklarıyla birlikte yükselen tatlı
esintiye karışır. Havayı, narin kır çiçeklerinin baş döndürücü kokuları kaplar…
Dummmm…
Dummmm…
Bilge büyücü, gözlerini açar ve uçsuz bucaksız dağlara bakarak usulca doğrulur. Neşe içinde
öten kuşların cıvıltısı, rüzgârda dalgalanan çalıların coşkulu hışırtılarına karışır. Günün
gümüşe boyadığı ırmağa, bir an için ürkek bir tavşanın kömür rengi gözleri yansır. Herkes
uyurken büyücü, öykülerini nihayet anlatabilmiş olmanın verdiği huzurla, ormanın kıyısında
yavaş yavaş gözden kaybolur…
İpek Yeğinsü, 2021