Seyit Mehmet Buçukoğlu: Bir “Kültürel” Lirik Soyutlamacı
Zihin, yaşamı süresince maruz kaldığı kültürel imgelerin izleriyle doludur; bunlar, belleğin koridorlarında birbirleriyle durmaksızın karşılaşır, çarpışır, harmanlanır ve dönüşürler. Bilincin onları her anımsayışıyla yeniden üretilirler.
Bilinçdışı ise onları beklenmedik anlarda, bazen de bir sanat yapıtında dışa vurur. İster bilincin daveti, ister bilinçdışının oyunlarıyla görünür hale gelmiş olsun, imgenin bundan sonraki yolculuğu yapıtla karşılaşan bir başka zihnin
koridorlarında devam eder. Sanatta geleneğin yanı sıra hayal gücü, duygulanım ve özgünlükten söz edebilmemiz de
imgenin işte bu bitmeyen yolculuğu sayesinde mümkün olur.
Seyit Mehmet Buçukoğlu’nun ilgi alanı, kültürel sembolleri resimlemek değildir; imgeyi özümsemek, ona yolculuğunda
eşlik etmek ve onu kendi bilinç ve bilinçdışında dönüştüğü haliyle bir sonraki durağına aktarmaktır. Sanatçı, imgenin
kendi zihninin koridorlarından geçip resim yüzeyine damlamasına ve başka zihinlere uzanan yeni yolculuklara
çıkmasına bilerek izin verir. İzleyici onunla karşılaştığı andan itibaren, artık onu kendi çağrışımlar evrenine istediği
şekilde dahil etmekte özgürdür. Ancak Buçukoğlu, söz konusu kompozisyon kurgusu olduğunda çok daha kontrolcü bir yaklaşım benimser; grafik tasarım birikiminin de etkisiyle oran, denge ve hatta simetri, onun için hayati öneme sahiptir. Örneğin tamamen biçimsel olarak kullandığı psödo-metinlerin tipografik karakteri o kadar gerçekçidir ki, izleyiciyi ilk anda gerçek bir metnin karşısında olduğuna ve onu okumayı herhangi bir sebepten başaramayanın kendisi olduğuna
inandırır. Üstelik amorf ve akışkan alanlar, net geometrik formlarla yan yana ve iç içedir. Özünde birbiriyle çelişen bu iki yaklaşım, kaos ve düzen arasında yoğun bir gerilim oluşturur. Yapıt, tam da bu yüzden kendini izleyiciye ilk anda açık etmez. Onun kışkırtıcı, ritüelistik doğasını deneyimleyebilmek, kompozisyonun yüzeye yayılan zengin dokusunu ve derinlere inen çoklu katmanlarını tek tek taramayı; sonra sıfır düzlemine geri dönerek kompozisyonun bütünüyle yeniden tanışmayı gerektirir.
Önemli ölçüde dışavurumcu bir tavır gösterse de, sanatçının bazı biçimsel ögeleri sistemli olarak tekrarladığı gözden kaçmaz. Bunlardan başlıcası, kimi zaman kadrajın kendisini oluşturmakla birlikte kompozisyonun içinde karşımıza en az bir kez mutlaka çıkan dairedir. Diğer formların aksine sınırları gayet keskindir; içinde kalan alanda ise yine kaos ve çok katmanlılık hüküm sürer. Kompozisyon birden fazla daire içeriyorsa, bunlar birbirleriyle geometrik bir düzen içinde ilişkilenirler. Psödo-metinler de çoğunlukla dairelerin sınırları içinde kalırlar; bu halleriyle, gücünü sözlerin büyüsünden alan mandala, tılsım ya da muskaları andırırlar. Yine de sanatçı için dairenin materyal kültür içindeki tezahürlerinin çeşitliliğinin, en az simgelediği kavramların zenginliği kadar önemli olduğu unutulmamalıdır. Ayrıca Buçukoğlu’nun yapıtlarında süreklilik gösteren ve yine güçlü referanslara sahip bir diğer öge altındır. Resimlerin yaydığı mistisizmin temelinde, altının çağların ve coğrafyaların ötesine uzanan çağrışımları yatar. Altın değerli, nadir, güçlü ve seçkin olanla özdeştir; bu özelliğiyle, yapıtın adeta nadide ve gizemli bir mücevhere dönüşmesinde kritik bir rol oynar.
Buçukoğlu’nun pratiğinde farklı teknik ve malzemelere dayalı deneyler önemli bir yer tutar; baskı resimden pentüre ve hatta heykele uzanan yapıtlarında kâğıt, bronz, akrilik ve yağlıboyanın yanı sıra yaprak gibi organik malzemelerle de karşılaşılır. Ancak “Morfem” ile deneyselliğin,yerini daha süblime bir teknik ve stil dağarcığına bırakmaya başladığı görülür. Söz konusu
kavram dilde anlam üreten en küçük birime işaret eder; sanatçı da zaten kendi görsel/kültürel belleğinin dilini oluşturan temel biçim-birimlerin açığa çıkabilecekleri bir alan yaratmanın peşindedir. Bu arayış sürecinde resimlerin aralarında renk, form ve doku örüntüleri üzerinden kurulan bağlar, onları bir dizi yapıt olmaktan çıkarır ve onlardan kendine özgü bir ‘evren’ yaratır;
kadim kültürlerin cevheriyle yoğrulmuş, belleğin titreşimleriyle devinen lirik bir evren.
İpek Yeğinsü, 2021
Zihin, yaşamı süresince maruz kaldığı kültürel imgelerin izleriyle doludur; bunlar, belleğin koridorlarında birbirleriyle durmaksızın karşılaşır, çarpışır, harmanlanır ve dönüşürler. Bilincin onları her anımsayışıyla yeniden üretilirler.
Bilinçdışı ise onları beklenmedik anlarda, bazen de bir sanat yapıtında dışa vurur. İster bilincin daveti, ister bilinçdışının oyunlarıyla görünür hale gelmiş olsun, imgenin bundan sonraki yolculuğu yapıtla karşılaşan bir başka zihnin
koridorlarında devam eder. Sanatta geleneğin yanı sıra hayal gücü, duygulanım ve özgünlükten söz edebilmemiz de
imgenin işte bu bitmeyen yolculuğu sayesinde mümkün olur.
Seyit Mehmet Buçukoğlu’nun ilgi alanı, kültürel sembolleri resimlemek değildir; imgeyi özümsemek, ona yolculuğunda
eşlik etmek ve onu kendi bilinç ve bilinçdışında dönüştüğü haliyle bir sonraki durağına aktarmaktır. Sanatçı, imgenin
kendi zihninin koridorlarından geçip resim yüzeyine damlamasına ve başka zihinlere uzanan yeni yolculuklara
çıkmasına bilerek izin verir. İzleyici onunla karşılaştığı andan itibaren, artık onu kendi çağrışımlar evrenine istediği
şekilde dahil etmekte özgürdür. Ancak Buçukoğlu, söz konusu kompozisyon kurgusu olduğunda çok daha kontrolcü bir yaklaşım benimser; grafik tasarım birikiminin de etkisiyle oran, denge ve hatta simetri, onun için hayati öneme sahiptir. Örneğin tamamen biçimsel olarak kullandığı psödo-metinlerin tipografik karakteri o kadar gerçekçidir ki, izleyiciyi ilk anda gerçek bir metnin karşısında olduğuna ve onu okumayı herhangi bir sebepten başaramayanın kendisi olduğuna
inandırır. Üstelik amorf ve akışkan alanlar, net geometrik formlarla yan yana ve iç içedir. Özünde birbiriyle çelişen bu iki yaklaşım, kaos ve düzen arasında yoğun bir gerilim oluşturur. Yapıt, tam da bu yüzden kendini izleyiciye ilk anda açık etmez. Onun kışkırtıcı, ritüelistik doğasını deneyimleyebilmek, kompozisyonun yüzeye yayılan zengin dokusunu ve derinlere inen çoklu katmanlarını tek tek taramayı; sonra sıfır düzlemine geri dönerek kompozisyonun bütünüyle yeniden tanışmayı gerektirir.
Önemli ölçüde dışavurumcu bir tavır gösterse de, sanatçının bazı biçimsel ögeleri sistemli olarak tekrarladığı gözden kaçmaz. Bunlardan başlıcası, kimi zaman kadrajın kendisini oluşturmakla birlikte kompozisyonun içinde karşımıza en az bir kez mutlaka çıkan dairedir. Diğer formların aksine sınırları gayet keskindir; içinde kalan alanda ise yine kaos ve çok katmanlılık hüküm sürer. Kompozisyon birden fazla daire içeriyorsa, bunlar birbirleriyle geometrik bir düzen içinde ilişkilenirler. Psödo-metinler de çoğunlukla dairelerin sınırları içinde kalırlar; bu halleriyle, gücünü sözlerin büyüsünden alan mandala, tılsım ya da muskaları andırırlar. Yine de sanatçı için dairenin materyal kültür içindeki tezahürlerinin çeşitliliğinin, en az simgelediği kavramların zenginliği kadar önemli olduğu unutulmamalıdır. Ayrıca Buçukoğlu’nun yapıtlarında süreklilik gösteren ve yine güçlü referanslara sahip bir diğer öge altındır. Resimlerin yaydığı mistisizmin temelinde, altının çağların ve coğrafyaların ötesine uzanan çağrışımları yatar. Altın değerli, nadir, güçlü ve seçkin olanla özdeştir; bu özelliğiyle, yapıtın adeta nadide ve gizemli bir mücevhere dönüşmesinde kritik bir rol oynar.
Buçukoğlu’nun pratiğinde farklı teknik ve malzemelere dayalı deneyler önemli bir yer tutar; baskı resimden pentüre ve hatta heykele uzanan yapıtlarında kâğıt, bronz, akrilik ve yağlıboyanın yanı sıra yaprak gibi organik malzemelerle de karşılaşılır. Ancak “Morfem” ile deneyselliğin,yerini daha süblime bir teknik ve stil dağarcığına bırakmaya başladığı görülür. Söz konusu
kavram dilde anlam üreten en küçük birime işaret eder; sanatçı da zaten kendi görsel/kültürel belleğinin dilini oluşturan temel biçim-birimlerin açığa çıkabilecekleri bir alan yaratmanın peşindedir. Bu arayış sürecinde resimlerin aralarında renk, form ve doku örüntüleri üzerinden kurulan bağlar, onları bir dizi yapıt olmaktan çıkarır ve onlardan kendine özgü bir ‘evren’ yaratır;
kadim kültürlerin cevheriyle yoğrulmuş, belleğin titreşimleriyle devinen lirik bir evren.
İpek Yeğinsü, 2021