Bir Zihin Sürçmesi
Burcu Aksoy’un sanat pratiği, insanın an be an değişen zihin durumunu ve onun karmaşıklığını ifade eden fotoğrafik bir dil yaratma çabası olarak yorumlanabilir. Arayışını kurgularken psikanalizin ve psikiyatrinin yöntemlerinden yararlanan Aksoy’a göre bu hem bir yanıta ulaştırması mümkün olmayan, hem de sonu asla gelmeyecek bir yolculuktur. Zaten sanatçının amacı da herhangi bir sonuca varmak değildir; onun için önemli olan, sürecin ve süreci tanımlayan yöntemin kendisidir.
Aksoy, fotoğrafik serilerini adlandırırken psikiyatri terimlerini; seriyi oluşturan işleri adlandırırken ise saat dilimlerini kullanır. Yaratım sürecinin her bir adımını “kontrol saplantısı” denebilecek bir dizi kurala bağlamış olması, sanatında hayal gücüne, oyuna, büyüye yer olmadığı anlamına gelmez. Tam tersine, Aksoy’un çerçevesini katı kurallarla belirlediği bu alan, kendi içinde sonsuz ve sınırsızdır. Burada dış dünyanın görme rejimleri geçerliliğini kaybetmiştir ve sanatçı, alışılagelmiş anlam üretme biçimlerini paramparça etmekte alabildiğine özgürdür. Kompozisyonda duyusal evrene ait bilindik öğeler yer yer karşımıza çıkmaya devam etse de, bunların birbirleriyle ilişkilenme biçimleri yapıt ile her karşılaşmada, hatta her bir karşılaşma boyunca yeniliğini korur. Çünkü bilinçdışının mekanı olan zihin, yapıtı deneyimlediği sırada olağan akışını sürdürür ve bu akış, yaşam sürdüğü müddetçe durdurulamaz; olsa olsa anlık bir fotoğrafı çekilebilir. Aksoy’un yapıtlarına zaman kodlarıyla seslenmesi, belki de onların akışkan zihnin anlık fotoğrafları olmalarından ileri gelir.
Parapraxis serisinde Aksoy, önceden tanımladığı çerçeve içinde hareket eder. Ancak, sanatçının bugüne değin insan bedenini ele alan yalnızca iki fotoğrafik seri ürettiği ve bunların da “neden figürden uzak durmayı seçtiğini anlamak üzerine” olduğu düşünüldüğünde, Seduction Theory serisinin önemi daha iyi anlaşılır. Burada sanatçı, mimari ve mekânsal öğelere olan sadakatinden vazgeçer; algı ve anlam dayatmalarına en çok maruz kalan “mekân” olan ve kendini sık sık tartışmalı alanda bulan çıplak kadın bedenini, yarattığı kuralsızlık alanının odağına yerleştirir. Bu sayede beden, dış dünyanın ona yüklediği ve kopyalamaya alıştırdığı kültürel referanslardan sıyrılır. Kompozisyonda, o anlamları koruması için gereken bütünlükten ve sabitlikten yoksundur. Mekânsal göndermelerin olmadığı bir boşlukta asılı kalır ve kadrajı her an terk edecek gibi durur. Psikanalizin hüküm sürdüğü bir evrende bedenin izlerine rastlamak, aslında şaşırtıcı olmamalıdır; ne de olsa “zihnin evi” olan beden, aynı zamanda bastırılmış arzuların tapınağıdır.
Bu sıra dışı yönelim, Aksoy’u tüm sanatsal pratiğini birbirine bağlayan temel öğeleri kullanmaktan alıkoymaz; bunların en önemlisi, renktir. Sanatçının önceki serilerinde kullandığı tek renk olan ve hep aynı tonuyla beliren kırmızı, bu kez birkaç farklı tonuyla başroldedir. Gözün algılayabildiği en düşük frekanslı dalga boyu olarak, izleyiciye bilincin sınırlarında gezindiğini duyumsatan güçlü bir metafordur. Bastırılmış duyguların tüm şiddetiyle yüzeye çıkışını akla getirir ve bundan dolayı sağaltıcıdır. Aynı zamanda iki seri arasındaki kaos ve dinginlik karşıtlığına dayalı gerilimi daha da belirginleştirir ve izleyiciyi sıra dışı zihin durumlarının iki farklı ucuna aynı anda savurur.
Aksoy’un imgeleri, tüm öznelliklerine karşın bir yandan son derece tanıdıktır. İzleyicinin bilinçdışı, kendisi bile farkına varmadan, bu örüntüler üzerinden sanatçının bilinçdışına doğru akmaya; iki zihnin gerçekliğini ayıran sınırlar erimeye; izleyicinin zihni, imgenin içine dolmaya ve onu kendine mal etmeye başlar. Belki de bu, ifade edilemeyene, daima eksik kalana, “gerçek” olana en çok yaklaştığı andır; güçlü ve sarsıcı olduğu kadar, belli belirsiz ve uçucudur. Öyle olmasa, onu aramaya zaten devam edemezdik; o zaman ne sanat var olabilirdi, ne de hayat.
İpek Yeğinsü, 2021
PARAPRAXIS:
Yanlış bir hareket, gaf veya dil sürçmesi, bir eşyayı yanlış yere koyma gibi hafıza yanılmaları.
SEDUCTION THEORY:
Freud’un 1896 yılında yayınladığı bir makale ile tanımlanmış olan Baştan Çıkarma Teorisi’dir ve histeriklerin etiyolojisinde yer tutan ‘baştan çıkarma’ olgusunun etrafında geliştirdiği teoridir. Çocukluk cinsel incinmesi (genellikle babanın başlattığı insest) ile sonradan gelişen histeri arasındaki ilişkiyi belirten kuramıdır.daha sonra da oidipus karmaşası kuramını geliştirir.
Burcu Aksoy’un sanat pratiği, insanın an be an değişen zihin durumunu ve onun karmaşıklığını ifade eden fotoğrafik bir dil yaratma çabası olarak yorumlanabilir. Arayışını kurgularken psikanalizin ve psikiyatrinin yöntemlerinden yararlanan Aksoy’a göre bu hem bir yanıta ulaştırması mümkün olmayan, hem de sonu asla gelmeyecek bir yolculuktur. Zaten sanatçının amacı da herhangi bir sonuca varmak değildir; onun için önemli olan, sürecin ve süreci tanımlayan yöntemin kendisidir.
Aksoy, fotoğrafik serilerini adlandırırken psikiyatri terimlerini; seriyi oluşturan işleri adlandırırken ise saat dilimlerini kullanır. Yaratım sürecinin her bir adımını “kontrol saplantısı” denebilecek bir dizi kurala bağlamış olması, sanatında hayal gücüne, oyuna, büyüye yer olmadığı anlamına gelmez. Tam tersine, Aksoy’un çerçevesini katı kurallarla belirlediği bu alan, kendi içinde sonsuz ve sınırsızdır. Burada dış dünyanın görme rejimleri geçerliliğini kaybetmiştir ve sanatçı, alışılagelmiş anlam üretme biçimlerini paramparça etmekte alabildiğine özgürdür. Kompozisyonda duyusal evrene ait bilindik öğeler yer yer karşımıza çıkmaya devam etse de, bunların birbirleriyle ilişkilenme biçimleri yapıt ile her karşılaşmada, hatta her bir karşılaşma boyunca yeniliğini korur. Çünkü bilinçdışının mekanı olan zihin, yapıtı deneyimlediği sırada olağan akışını sürdürür ve bu akış, yaşam sürdüğü müddetçe durdurulamaz; olsa olsa anlık bir fotoğrafı çekilebilir. Aksoy’un yapıtlarına zaman kodlarıyla seslenmesi, belki de onların akışkan zihnin anlık fotoğrafları olmalarından ileri gelir.
Parapraxis serisinde Aksoy, önceden tanımladığı çerçeve içinde hareket eder. Ancak, sanatçının bugüne değin insan bedenini ele alan yalnızca iki fotoğrafik seri ürettiği ve bunların da “neden figürden uzak durmayı seçtiğini anlamak üzerine” olduğu düşünüldüğünde, Seduction Theory serisinin önemi daha iyi anlaşılır. Burada sanatçı, mimari ve mekânsal öğelere olan sadakatinden vazgeçer; algı ve anlam dayatmalarına en çok maruz kalan “mekân” olan ve kendini sık sık tartışmalı alanda bulan çıplak kadın bedenini, yarattığı kuralsızlık alanının odağına yerleştirir. Bu sayede beden, dış dünyanın ona yüklediği ve kopyalamaya alıştırdığı kültürel referanslardan sıyrılır. Kompozisyonda, o anlamları koruması için gereken bütünlükten ve sabitlikten yoksundur. Mekânsal göndermelerin olmadığı bir boşlukta asılı kalır ve kadrajı her an terk edecek gibi durur. Psikanalizin hüküm sürdüğü bir evrende bedenin izlerine rastlamak, aslında şaşırtıcı olmamalıdır; ne de olsa “zihnin evi” olan beden, aynı zamanda bastırılmış arzuların tapınağıdır.
Bu sıra dışı yönelim, Aksoy’u tüm sanatsal pratiğini birbirine bağlayan temel öğeleri kullanmaktan alıkoymaz; bunların en önemlisi, renktir. Sanatçının önceki serilerinde kullandığı tek renk olan ve hep aynı tonuyla beliren kırmızı, bu kez birkaç farklı tonuyla başroldedir. Gözün algılayabildiği en düşük frekanslı dalga boyu olarak, izleyiciye bilincin sınırlarında gezindiğini duyumsatan güçlü bir metafordur. Bastırılmış duyguların tüm şiddetiyle yüzeye çıkışını akla getirir ve bundan dolayı sağaltıcıdır. Aynı zamanda iki seri arasındaki kaos ve dinginlik karşıtlığına dayalı gerilimi daha da belirginleştirir ve izleyiciyi sıra dışı zihin durumlarının iki farklı ucuna aynı anda savurur.
Aksoy’un imgeleri, tüm öznelliklerine karşın bir yandan son derece tanıdıktır. İzleyicinin bilinçdışı, kendisi bile farkına varmadan, bu örüntüler üzerinden sanatçının bilinçdışına doğru akmaya; iki zihnin gerçekliğini ayıran sınırlar erimeye; izleyicinin zihni, imgenin içine dolmaya ve onu kendine mal etmeye başlar. Belki de bu, ifade edilemeyene, daima eksik kalana, “gerçek” olana en çok yaklaştığı andır; güçlü ve sarsıcı olduğu kadar, belli belirsiz ve uçucudur. Öyle olmasa, onu aramaya zaten devam edemezdik; o zaman ne sanat var olabilirdi, ne de hayat.
İpek Yeğinsü, 2021
PARAPRAXIS:
Yanlış bir hareket, gaf veya dil sürçmesi, bir eşyayı yanlış yere koyma gibi hafıza yanılmaları.
SEDUCTION THEORY:
Freud’un 1896 yılında yayınladığı bir makale ile tanımlanmış olan Baştan Çıkarma Teorisi’dir ve histeriklerin etiyolojisinde yer tutan ‘baştan çıkarma’ olgusunun etrafında geliştirdiği teoridir. Çocukluk cinsel incinmesi (genellikle babanın başlattığı insest) ile sonradan gelişen histeri arasındaki ilişkiyi belirten kuramıdır.daha sonra da oidipus karmaşası kuramını geliştirir.